Sosyal Medya

Makale

İbn Batuta’yı anıcak

Sait Aykut abi çevirdiğini okuyup kaydediyor, ben de onun okuduğu kaseti dinleyip daktilo ediyordum. Bu böylece 100 sayfa kadar sürdü. Ardından ne olduğunu hatırlamıyorum ancak devam ettiremedim ben işi.

Sait abinin çevirdiği kitap İbn Batuta Seyahatnamesi idi. Bir masal dinler gibi dinlemiştim 14. yüzyılın bu büyük seyyahını. Gerçi sadece 14. yüzyıl için değil, neredeyse bütün zamanların en büyük seyyahlarından biri, belki de birincisi olabilir bu Faslı gezgin. 'Bir diğer ünlü seyyahın, Marko Polo'nun dolaştığının 3 katı dolaşmıştır' diyeyim de anlaşılsın mesele.

1325 yılından 1353 yılına dek, neredeyse aralıksız olarak 28 yıl yolculuk etti. Bu yolculuklarında toplam 44 ülke dolaştı ve gördüklerini 635 sayfalık bir 'rıhle'ye dönüştürdü. Bugün, 14. yüzyıl dünyasını anlamak için elimizde İbn Batuta'nın yazdıklarından daha kıymetli olan hiçbir eser yok.

Dönemin Anadolu'sunu da karış karış dolaşmış İbn Batuta; ama ben onlardan önce şu yamyamlık meselesini bir anlatmak isterim. Üstat Timbuktu'ya varıp sultanın konuğu olduğunda görür yamyamları. Aklımda kaldığı kadarıyla şunları anlatır: Müslüman olmayan zenciler insan etini pek severler. Lakin beyazların etini yemezler. Onlara göre beyaz insanın eti iyi değildir. İlle zenci olacak. Hatta bir gün benim de olduğum bir ortamda sultan bunlara bir zenci kadın armağan etti. Bunlar kadını boğazlayıp oracıkta yediler. Kanını ellerine yüzlerine sürdüler.

Gelelim Anadolu ziyaretine.

Bir kere şurası net. İbn Batuta, 1330'lu yıllar Anadolu'sundan 'Türk ülkesi' diye söz ediyor. Burada yaşayanları da Türkler ve Türkmenler olarak isimlendiriyor. Şiirin, edebiyatın, dini yaşantının, tasavvuf hayatının ve ticaretin gayetle gelişmiş olduğunu anlatıyor uzun uzun.

Hani şu meşhur 'Türkiye dünyanın en güzel coğrafyası' repliği var ya. Onu da üstada borçluyuz sanırım. Zira 'Allah her memlekete çeşit çeşit güzellikler ihsan etmişken Türkmen iline her türlü güzelliği ihsan etmiştir' diyor satırlarında.

Anadolu insanını da öve öve bitiremiyor: 'Burada dünyanın en güzel insanları, en temiz kıyafetli halkı yaşar ve en nefis yemekler pişirilir. Allah'ın yarattıkları içinde en şefkatli olanlar bunlardır ki, bundan ötürü 'bolluk, bereket Şam'da şefkat ise Anadolu'dadır' denilmiştir.'

Türklere bir başka övgüsü de 'Türkler, gaza ve cihat ehlidir. Cesaretleri dillere destandır' cümleleridir. Tabii Anadolu'nun her yanında alimlere, bilginlere, hatta ustalara nasıl saygı duyulduğunu, medreselerin nasıl dolup dolup taştığını da dile getirir. Camilerde ders veren alimlere nasıl izzet ikram edildiğinden tutun da daha nice şey anlatır Anadolu'daki ilmi hayatla ilgili.

İbn Batuta, Anadolu'daki Ahiliği de uzun uzun anlatır seyahatnamesinde. Ahi tekkelerinin şehre gelen yolcuları ağırlamak için nerdeyse birbirleriyle kavgaya tutuşacak gibi olduklarını kaydeder. Bursa'da bir Ahi tekkesinde yediği aşureyi ballandıra ballandıra anlatır.

Aslına bakılırsa henüz bozulmamış, yozlaşmamış bir teşkilat olarak Ahiliğin Anadolu'nun 'Türkmen ili' olarak anılmasını sağlayan ana teşkilat olduğunu çabucak fark eder İbn Batuta. 'Dünyada bu yapılanmanın bir örneği yoktur' diyerek hayretini dile getirir. Nasıl hayret etmesin ki? Baştan başa bütün Anadolu'da sürekli Ahilerin misafiri olur, yer içer.

1336 yılında, yani fethinden sadece 10 yıl sonra Bursa'ya gelir İbn Batuta. Osmanlı Beyliği'nin büyüklüğünü, dönemin beyi Orhan Gazi'nin nasıl da iş bilir, yiğit bir hükümdar olduğunu aktarır. Anadolu'nun geleceğinde bu beyliğin söz sahibi olacağını dile getirir.

Bütün bunları niçin yazdım peki? Bilmem. Tatlı bir pazar yazısı olsun diye de yazmış olabilirim, yaşadığımız coğrafyanın nasıl da çölleştiğine dair bir kanıt olsun diye de, İbn Batuta ile kapanmayan hesabımı biraz daha kapanmaz hale getirmek için de.

Aramızda kalsın en çok şu gündemin kirinden, pasından, pisliğinden kaçmak içindir. İtiraf edemesem de öyledir.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.